Rehber

burak ahlatcı
4 min readOct 12, 2021

2–3 ay kadar önce liderliğin 3 meziyeti ile alakalı bir yazı yazmıştım. (link: Liderliğin 3 meziyeti. Savaş çok çetin geçiyordu. Bir türlü… | by burak ahlatcı | Medium)

Atatürk, Fatih ve Alparslan’dan gerçek hikayeler anlatmıştım.

Ve onların 3 liderlik özelliğinin altını çizmiştim.

Neydi bunlar;

cesaret, adalet ve strateji.

Gene aynı yazıda, bugünün kurumsal şirketlerinin liderlerinde bu kadar üstün meziyetlere ihtiyaç olmadığından onun yerine 3 yeni nesil meziyetin gerekli olduğundan bahsetmiştim.

Bunlar neydi;

iyi bir lider iyi bir rehber olmalı; demokrat olmalı ve özverili olmalı.

Bu iki yazı arasında belirtmediğim bir dördüncüsünü daha farkettim. o da şu ki gerçek bir lider stresi yönetebilmeli, bunu beceremiyorsa, diğerlerinin de önemi kalmıyormuş.

Neyse konumuz bu değil.

Bu 3 meziyetten demokratlığı ve özveriyi belki ileride konuşuruz ama bugün biraz rehberlikten bahsetmek istiyorum.

Rehberlik diyorum ben ona ya, kişisel gelişim kitaplarında mentorluk olarak görürsünüz siz onu. Mentorluğu Türkçe’ye çevirirken akıl hocalığını tercih edenlerde var ama ben Rehber demeyi tercih ederim.

Tamam rehber de Kızıl Tuğ kadar Türk değil. Lugatüt Türk’te geçmiyor ya da Orhun Anıtlarına kazınmamış. Ancak 14.yy’dan itibaren Türkçe metinlerde görülen bir kelime. 7 yüzyıl sanırım Türkçe kabul etmek için uygun bir süre.

Kökenine girecek olursak, Farsça rah- yol demekmiş, -bar ise getiren götüren. Tam manası da bu zaten; bir yolda götüren, getiren, yolu gösteren.

Çokça karıştırılan mentorlukla koçluğun farkı da burada zaten. Mentor/ Rehber size yol boyu eşlik eden kişidir. Koç ise sadece adresi sorduğunuz kişidir.

Farklı kelimeler ile anlatmak gerekirse, Rehberlik uzun vadelidir, koçluk ise kısa va,deli. Biri tek bir hedefe odaklanır, diğeri sürece ve ve ulaşılacak hedeflere.

Hepimizin hayat yolculuğunda, farklı dönemlerde farklı rehberlerimiz oluyor. Babamız, Öğretmenimiz, Arkadaşımız, Komutanımız, Eşimiz, Müdürümüz, Kızımız. Bazen de tarihi şahşiyetler.

Mesela ben yolumu hep iki tarihi büyüğün iki sözü ile aydınlatırım, biri der ki dünü ile bugünü aynı olan ziyandadır, öbürü de der ki vatanını en çok seven vazifesini en iyi yapandır.

Peki ama asıl rehber kimdir?

Bu sorunun cevabından önce size ilham verici bir Anadolu kahramanını tanıtayım;

Yaşar Çağbayır.

Hiç duymadınız değil mi? Çok normal!

Valla yalan yok, ben de duymamıştım. Koşarken podcastte denk geldim, daha uygun bir zamanda olsa muhtemelen değiştirirdim. Ama o dersin gelip beni bulması gerekiyormuş.

Yaşar Bey, Denizli’nin Kocapınar diye köyünde doğmuş 1945 yılında. O yıllarda Radyo Televizyon gibi iletişim aygıtları çok yaygınlaşmadığı için Kocapınar gibi köylerde kasabalarda, şehirden daha tecrit bir hayat yaşanıyor.

Mesela gazeteler 2 gün geriden geliyor, istanbul’da Ankara’da arşiv olan konu burada taze gündem oluyor. Öyle zamanlar.

Ama bir yönüyle de özgünlüklerini koruyorlar. Özellikle de Şivedeki, dildeki, ağızdaki farklılar korunuyor. Bakın bu da çok ilginç bir olgudur mesela. Bir örneğini Karadeniz tarafında görebilirsiniz. İki nesil önceye kadar köylerde hakim dil Rumca. TV-Radyo yaygınlaşınca, şehire gitme gelme artınca, yerel dil kayboluyor.

Neyse Yaşar Bey’e dönelim.

Böyle kapalı bir köyde yetişen Yaşar Çağbayır, ortaokul okumak için Kocapınar’dan ayrılıp, Acıpayam ilçesine yatılı gidiyor. Ancak oranın diline uyumda sıkıntı yaşıyor. Acıpayam’lı çocuklar Yaşar’ın dilini kaba buluyorlar, Yaşar da onların tüm kelimelerini anlamakta zorluk çekiyor. Bunu aşmak için öğretmenin tavsiyesi ile bir kelime defteri tutmaya başlıyor. Yeni öğrendiği, kendisine yabancı gelen kelimeleri bu deftere not alıyor.

Lise için, Acıpayam’dan Denizli’ye geçtiğinde de aynı sıkıntıyı yaşıyor. Yaşar Bey, onu da gene kelime defteri yöntemi ile aşıyor.

Tahsilini tamamladıktan sonra öğretmen oluyor. Yeni öğrendiği şeyleri fişlere yazıyor, kelime defterleri gibi biriktirmeye devam ediyor. Sonra okulda idareci oluyor orada duyduğu yönetim ve muhasabe tabirlerini de defterine not alıyor.

Bir süre sonra tecrübeli öğretmen olunca, genç öğretmenler kendisine danıştığında, biriktirdiği fişlerinden yararlanıyor. Eğer danışılan konunun bilgisi kendisinde yoksa araştırıp öğrenip onu da fişlerinin arasına ekliyor.

90’lı yıllar emekli oluyor. 30 yılda biriktirdiği fişlerini birleştirmek istiyor ama bilgisayar kullanmasını bilmiyor. Bunun için bilgisayar kursuna gidiyor. Bilgisayarı gelişmiş bir daktilo olarak kullanacak kadar öğreniyor.

Sonra bu yazdıkları bir sözlük için temel oluşturunca, kelimerin arasındaki eksik kelimeleri, boşlukları doldurmaya başlıyor.

20 yıllık bir ilave çalışma ile sözlüğünü tamamlıyor.

Ortaya ne çıkıyor biliyor musunuz ;

5 ciltlik,

7095 sayfalık,

tam 316.000 kelimelik devasa bir eser.

Öyle bir eser ki, dünya genelinde, Türkçe’nin bugüne kadar hazırlanmış en büyük sözlüğü.

50 yıllık yolculuğunda, onlarca engelle karşılaşıyor Yaşar Bey.

Bir çok kişiden de rehberlik alıyor. Ortaokul Türkçe öğretmeninden, Eşinden, Ötüken Yayınevindeki Erol Bey’den. Hepsi yolunun bir bölümünde ona rehberlik ediyor. Ama yolunda başından beri ona rehberlik eden tek bir kişi var;

Kendisi.

Zira yaptıklarını, yapabileceklerini en iyi bilen, kendisi.

Güçlü yanlarını, zayıf yanlarını en iyi bilen kendisi.

Ne istediğini, ne istemediğini en iyi bilen kendisi.

Yaşar Bey yapması gerekeni yapıyor, yola çıkıyor. Ve Mevlana’nın altını çizdiği değişmez kaide onun da başına geliyor;

Yol, yola çıkana görünüyor. Yolun tamamı tek bir rehbere görünüyor.

--

--

burak ahlatcı

Zehra, Ömer ve Ayşe'nin babası. Amatör bir tarih, özellikle XIII. YY meraklısı, İTÜ'lü